1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Christian PETZOLD Sineması / Transit (2018)

Gönderilme zamanı: 24 Eyl 2024
gönderen g.c.
Transit 2018
Directed by Christian Petzold


Bir adam ölmüştü. Cehenneme kaydedilecekti. Büyük bir kapının önünde bekliyordu. Bir iki gün bekledi. Haftalarca bekledi. Aylarca. Sonra yıllarca. Sonunda yanından bir adam geçti. Bekleyen adam sordu: "Belki bana yardımcı olabilirsiniz. Cehenneme kayıt olmam gerekiyor. " Öbür adam ona bakıp şöyle dedi: "Ama bayım, cehennem burası."


Anna Segher'in işgal altındaki Fransa'da geçen 1944 tarihli çağdaş romanından uyarlayan Petzold, bu uyarlamayı zamansız bir şekilde modern Fransa'ya yeniden yerleştirmiş. Film, faşist ordunun "temizlik" operasyonları devam ederken kendilerini bir kez daha ölümcül tehlikede bulmamak için Fransa'ya kaçmayı başaran göçmenleri temel alıyor.

Resim

Bunu yaparken gergin bir romantik film kurgulamış olması filmin atmosferine de uyan ilişkiler yumağı ortaya çıkartıyor. Alman göçmenlerin oldukça küçük bir dünyası olduğunu görüyoruz. Meksika konsolosluğu ve müdavimlerin sürekli birbirlerine rastladığı veya pencerenin önünden geçerken görüldüğü yakındaki bir kafe etrafında merkezlenmiş. Barmen, zaman zaman Anna Seghers'in romanındaki kelimeleri kullanarak onların geliş gidişlerini anlatıcı olarak dillendiriyor. Petzold; sırlar ve yalanlar, korku ve paranoya ile dolu varoluşsal bir belirsizlikte yaşayan insan topluluğunun gözlerinde ki endişeyi bizlere geçirmeyi başarıyor. Bu iki yerde, birbirleriyle etkileşime girdikçe başkalarının hayatlarının parça parça ortaya çıkmasına sebep oluyor.


TRANSİT filmi, sadece güçlü bir hikaye anlatımıyla değil, aynı zamanda etkileyici sinematografisiyle de dikkat çekiyor. Filmdeki görsel dil, hem filmin atmosferini belirlemede hem de karakterlerin iç dünyalarını yansıtmada önemli bir rol oynuyor.
Filmin bazı bölümleri siyah beyaz olarak çekilmiş. Bu, geçmiş ile şimdi arasındaki farkı vurgulayarak, filmin ana temalarından biri olan kimlik ve ait olma duygusunu daha belirgin hale getiriyor.

Resim

Filmdeki renk paleti, çoğunlukla gri, mavi ve yeşil tonlarından oluşuyor. Boğucu renklerden Maria karakteri hikâyeye dahil olduğunda bir anda sıyrılıp pastel renklere dönüş görülüyor. Soğuk atmosfer karakterlerin yaşadığı umutsuzluğu ve yalnızlığı yansıtıyor. Tren İstasyonu Bekleme Salonu, Otel Odaları ve Dar Sokaklar, Hastane sahnelerinde bu soğukluğu bizlere hissettirmeyi başarıyor.
Filmdeki doğa ve mekanlar, karakterlerin iç dünyalarının bir yansıması gibi işleniyor. Özellikle deniz ve liman, karakterlerin kaçış isteğini ve aynı zamanda tuzağa düşmüşlük hissini sembolize ediyor.
Filmde karakterlerin yüzlerine sık sık yakın çekimler yapılıyor. Bu sayede, karakterlerin duygusal durumları ve iç çatışmaları daha net bir şekilde anlaşılıyor. Gözler, özellikle de karakterlerin bakışları, duygularının en belirgin ifadesi haline geliyor. Filmde hareketli kamera kullanımı, karakterlerin iç dünyasındaki karmaşayı ve belirsizliği yansıtıyor. Özellikle takip ve el kamerası çekimleri, izleyiciyi karakterlerin bakış açısına daha yakın hissettiriyor.

Resim

Senaryodaki olay örgüsü filmin son onbeş dakikasında birden hızlanarak, daha önce bahsetmiş olduğumuz ilişkiler yumağı bir anda çözülüyor. Bu yapım daha ustalıklı bir finali kesinlikle hak etse de genel olarak; loş ışıklar, soğuk renkler, hareketli kamera ve sembollerin kullanımıyla Petzold, izleyiciyi dünyanın her bir köşesinde süreduran mültecilik üzerine düşündürürken, hiçbir yere ait olmayan insanların yaşamları ile etkilemeyi başarıyor.

Senaryo : 8/10
Yönetmen : 8/10
Kurgu : 6/10
Oyuncu Performansları : 9 /10
8 / 10

Re: Christian PETZOLD Sineması / Transit(2018)

Gönderilme zamanı: 24 Eyl 2024
gönderen sesizadam
Öykü Gürman' ın da dediği gibi yaşa yaşa yaşa 😇 :-({|=

Re: Christian PETZOLD Sineması / Transit(2018)

Gönderilme zamanı: 24 Eyl 2024
gönderen kuzeydebiryer
Kalemine sağlık Gökhan. Yine özenerek hazırlanmış güzel bir film incelemesi olmuş :-({|=

Christian Petzold Sineması / Transit filmi incelemesi

Gönderilme zamanı: 25 Eyl 2024
gönderen kuzeydebiryer


Christian Petzold'un yönetmen koltuğunda olduğu hem anlatı hem de görsel açıdan çok katmanlı zamansız bir 2. Dünya savaşı filmi. 1944 yılında Anna Sayher'in kaleminden çıkan öyküyü zamansızlık, belirsizlik ve kimliksizlik üzerine bir daha inşa ediyor. Yönetmenin bu tercihinin temel nedeni modern zamanların güncel meselesi Göçmenlik ve ona bağlı insani durumları zaman ve mekandan soyutlamak. Bu tercihi izleyicinin zihninde ikilemler ve kargaşa yaratıyor. Yönetmen Petzold'un da zaten bunu hedeflediğini söyleyebiliriz. Tıpkı ön yargılarımızı kıran çarpıcı durumlar gibi bu duygu, bu ikilem ve zihin karışıklığı bizi de belirsizliğe ve farklı bir anlatıma hazır kılıyor. Bu zor seçim cesaretini göstermek için ne yapacağını iyi planlamak gerekir. Petzold'da bu işte iyi bir yönetmen. Bize geçen duygunun gerçek olması için ilk önce yargılarımızı kırıyor ve sinemasal anlatımında bizi katmanlı öyküsüyle ele geçiriyor. Tabi her izleyici için durum böyle olmayabilir.

Resim

Temelde bir kaçış filmi Transit. 2. Dünya Savaşında Nazilerin işgalleri ile ele geçirilen ya da filmde anlatıldığı gibi bir temizlikten kaçan insanların öyküsü. Yersiz ve yurtsuz bir coğrafyanın anlatısı diyebiliriz Transit için. İlk karşımıza çıkan karakter Georg'ta ya da sonraki karelerde karşımıza çıkan Marie'da kimliksizliği ve aidiyetsizliği keskin bir şekilde hissedebiliyoruz. Yönetmen Petzold iki ana karakterinin arka planına bir kaçış şehri olarak Marsilya'yı eklemiş. İlerleyen sahnelerle birlikte bu şehrin bir kaçış şehri olmadığını çıkışsızlığın devasa bir metaforu olduğunu görüyoruz. Kendi kimliğini geride bırakıp umutsuzluk ile intihar eden bir yazarın kimliğini üstüne giyen Georg'un gözlerinde, ölen yazarın eşi bir aşk bulmacası olarak belirir. Klasik filmlerin baş tacı Casablanca filminin aşk, fedakarlık ve kaçış öyküsünün izlerini taşıyor Transit. Benzer bir hikaye olsa da bu yönetmen Petzold karakterlerinin döngülerinden çıkmasına asla izin vermeyecektir. Yapacağı tek şey Marsilya çıkmazından uzaklara giden her bir kişinin tarihin hayaletlerine dönüşmesini izin vermesidir. Bunun dışında çıkışsızlık metaforundan kaçış yoktur. Öyküsünü alacakaranlık hikayelerine çevirecek bir anlatı filmde karşımıza çıkmaktadır. ilk alacakaranlık öyküsü bürokrasinin belirlediği hedefler ile oluşur. Tamamlanması gereken evraklar, vesikalıklar, geçiş izinleri tamamlansa da bu bürokrasinin çarklarında kaybolan insan hikayeleri için bir araçtan başka bir şey değildir. Herkes bekleme alanına hapsolur. Bu durum izleyicinin üzerinde git gide büyüyen bir gerilime neden olmakta ve alacakaranlık hissini beslemektedir. İkinci alacakaranlık hikayesi Marsilya'nın ta kendisidir. Georg'un Amerikan büyük elçisi ile yaptığı bürokratik görüşmelerin sonunda bu gerçeği yönetmen gözlerimizin önüne serer. Elçi, Georg'a daha doğrusu kimliğine girdiği yazara kaleme aldığı son öyküyü sorar. Georg hafızasına yer eden sözleri elçiye aktarır.

Bir adam ölmüştü.
Cehenneme kaydedilecekti.
Büyük bir kapının önünde bekliyordu.
Bir iki gün bekledi.
Haftalarca bekledi. Aylarca.
Sonra yıllarca.
Sonunda yanından bir adam geçti.
Bekleyen adam sordu:
"Belki bana yardımcı olabilirsiniz.
Cehenneme kayıt olmam gerekiyor. "
Öbür adam ona bakıp şöyle dedi:
"Ama bayım, cehennem burası."

Resim

Marsilya alacakaranlık hikayelerinde anlatılan bir cehenneme dönüşürken öykü zamansızlığı içinde modern bir göçmen krizine dönüşecektir. İki ana karakter ve diğer yan karakterler üzerinden aidiyetsizliği, kimliksizliği ve göçmenliği aynı potada eritip modern zamanların insan dramına ve göçmenlik meselesine böylelikle de film ile anlatmak istediği temel meseleye dönüşecektir. Georg'un kaçış için kullandığı tren vagonlarının göçmenlerin prefabrik evlerine ya da eşini bekleyen ama ölüm haberini alan sessizliğe gömülmüş Melissa'nın dağların ötesine çıkan kaçış hayalinde hep bunun yansımalarını görürüz.

Filmin ana karakterleri kısırdöngüleri ile çevrelenmiştir. Kısırdöngülerinde yaptıkları her eylem ve hareket başlangıç noktasına yeniden döner. Marie'nin Marsilya'dan ayrılışı bile yine Georg ile buluştukları kafede bitecektir. Tarihin hayaletlerine dönüşen filmlerin usta anlatıcısı Petzold bu final ile çok katmanlı öyküsünü çıkışsızlık metaforuyla birleştirmiştir. Günümüzde göçmenlerin her gün karşılaştıkları kimliksizlik, aidiyetsizlik ve çıkışsızlık duyguları ile bizi baş başa bırakan bir finaldir bu. Aynı anda zamanın çizgisel olmadığına dair benimde kuvvetle inandığım felsefeye yakın bir duruş görüyorum bu filmde. Zamanın döngüselliğini, kaçınılmaz tekrarlarını hatırlatan bir finaldi benim için bu.

Film oyunculuklar açısından da oldukça doyurucu performansları içinde taşıyor. Georg karakterini canlandıran Franz Rogowski karmaşık duygularına hapsolmuş karakterini oynayışında ya da Marie'yi canlandıran Paula Beer'in duygusal ve travmatik derinliğinde bunu görmek mümkündür.

Petzold Sineması yolculuğumuzun ikinci filmi Transit Phoenix filmindeki anlatının da üstüne çıkarak "Hayalet Üçlemesinde" özel bir yere ulaşıyor. Çok katmanlı anlatısı, 2. Dünya savaşına ait bir öyküyü ait olduğu zamandan çıkartarak günümüz gerçekleriyle birleştirmesi, iki uyumlu ve yetkin oyuncu performansı ile Avrupa sinemasının son dönemdeki en iyi örneklerinden biri haline geliyor.

Yazan: Serkan SERT

Re: Christian Petzold Sineması / Transit filmi incelemesi

Gönderilme zamanı: 25 Eyl 2024
gönderen sesizadam
Çok güzel bir yazı olmuş, gazetenin haftasonu sinema eki tadında okudum. Ana karakterin diğer insanlarla çok çabuk etkileşime girmesini veya etkileşime girmeye çalıştığı insanlardan olumsuz dönüş almamasını anlamlandıramadım. Sanki herkes birbirini daha önceden tanıyormuş hissi, bu yönetmenin karakteristik yapısı mı yoksa anlatmak istediğini daha pekiştirmek için mi bu yolu seçti? Merakıma yenik düşüp sormuş bulundum. 8-)

Re: Christian Petzold Sineması / Transit filmi incelemesi

Gönderilme zamanı: 25 Eyl 2024
gönderen kuzeydebiryer
Düşüncelerin için teşekkürler. :-({|=

Gelelim soruna. Aslında yönetmen karakterlerini sınırlı bir dünyada resmediyor. Yani çok fazla insan ile diyalog kurdurmuyor.

Temas ettiği her bir kişi hikayede ya bir araç ya da hikayenin gelişimi için bir unsur olarak kullanılıyor.
Konu Dışı
- Filmin başında kaçacak arkadaşı ona mektubu teslim etme teklifini sunuyor.
- Otelde malını bekleyen Fransız kadın ile iletişim kuruyor
- evde saklanan Melissa'nın kocası ile yolculuğa çıkıyor.
- Bu sayede Melissa ve oğlu ile iletişim kuruyor (göçmen anlatısı için bu yan karakter ile teması çok oluyor.
- transit başvurusu köpeği olan kadın ve müzisyen burada Georg dinleyen tarafta.
- Meksika ve ABD elcileri burada bürokrasinin ağırlığı anlatılıyor. Sınırlı bir iletişim var burada cehennem anlatısı metafora dönüşür.
Melissa onu barda görür ve doktor ile tanışma
- doktor aracılığıyla ana karakter Marie ile iletişim kuruyor
- Marie gider liman görevlisi ile iletişime geçer
- Son olarak anlatıcı garson ile iletişime geçer.

Bu listeyi çıkartınca sonuç olarak hikayenin gelişimi ve temel anlatı için ne az ne çok bir iletişimi var ana karakterlerin. Düşününce her filminde bunu yapıyor :-({|=

@sesizadam

Re: Christian PETZOLD Sineması / Transit(2018)

Gönderilme zamanı: 25 Eyl 2024
gönderen byKush
Kalemine, yüreğine sağlık üstad.
:-({|=