Transit 2018
Directed by Christian Petzold
Bir adam ölmüştü. Cehenneme kaydedilecekti. Büyük bir kapının önünde bekliyordu. Bir iki gün bekledi. Haftalarca bekledi. Aylarca. Sonra yıllarca. Sonunda yanından bir adam geçti. Bekleyen adam sordu: "Belki bana yardımcı olabilirsiniz. Cehenneme kayıt olmam gerekiyor. " Öbür adam ona bakıp şöyle dedi: "Ama bayım, cehennem burası."
Anna Segher'in işgal altındaki Fransa'da geçen 1944 tarihli çağdaş romanından uyarlayan Petzold, bu uyarlamayı zamansız bir şekilde modern Fransa'ya yeniden yerleştirmiş. Film, faşist ordunun "temizlik" operasyonları devam ederken kendilerini bir kez daha ölümcül tehlikede bulmamak için Fransa'ya kaçmayı başaran göçmenleri temel alıyor.
Bunu yaparken gergin bir romantik film kurgulamış olması filmin atmosferine de uyan ilişkiler yumağı ortaya çıkartıyor. Alman göçmenlerin oldukça küçük bir dünyası olduğunu görüyoruz. Meksika konsolosluğu ve müdavimlerin sürekli birbirlerine rastladığı veya pencerenin önünden geçerken görüldüğü yakındaki bir kafe etrafında merkezlenmiş. Barmen, zaman zaman Anna Seghers'in romanındaki kelimeleri kullanarak onların geliş gidişlerini anlatıcı olarak dillendiriyor. Petzold; sırlar ve yalanlar, korku ve paranoya ile dolu varoluşsal bir belirsizlikte yaşayan insan topluluğunun gözlerinde ki endişeyi bizlere geçirmeyi başarıyor. Bu iki yerde, birbirleriyle etkileşime girdikçe başkalarının hayatlarının parça parça ortaya çıkmasına sebep oluyor.
TRANSİT filmi, sadece güçlü bir hikaye anlatımıyla değil, aynı zamanda etkileyici sinematografisiyle de dikkat çekiyor. Filmdeki görsel dil, hem filmin atmosferini belirlemede hem de karakterlerin iç dünyalarını yansıtmada önemli bir rol oynuyor.
Filmin bazı bölümleri siyah beyaz olarak çekilmiş. Bu, geçmiş ile şimdi arasındaki farkı vurgulayarak, filmin ana temalarından biri olan kimlik ve ait olma duygusunu daha belirgin hale getiriyor.
Filmdeki renk paleti, çoğunlukla gri, mavi ve yeşil tonlarından oluşuyor. Boğucu renklerden Maria karakteri hikâyeye dahil olduğunda bir anda sıyrılıp pastel renklere dönüş görülüyor. Soğuk atmosfer karakterlerin yaşadığı umutsuzluğu ve yalnızlığı yansıtıyor. Tren İstasyonu Bekleme Salonu, Otel Odaları ve Dar Sokaklar, Hastane sahnelerinde bu soğukluğu bizlere hissettirmeyi başarıyor.
Filmdeki doğa ve mekanlar, karakterlerin iç dünyalarının bir yansıması gibi işleniyor. Özellikle deniz ve liman, karakterlerin kaçış isteğini ve aynı zamanda tuzağa düşmüşlük hissini sembolize ediyor.
Filmde karakterlerin yüzlerine sık sık yakın çekimler yapılıyor. Bu sayede, karakterlerin duygusal durumları ve iç çatışmaları daha net bir şekilde anlaşılıyor. Gözler, özellikle de karakterlerin bakışları, duygularının en belirgin ifadesi haline geliyor. Filmde hareketli kamera kullanımı, karakterlerin iç dünyasındaki karmaşayı ve belirsizliği yansıtıyor. Özellikle takip ve el kamerası çekimleri, izleyiciyi karakterlerin bakış açısına daha yakın hissettiriyor.
Senaryodaki olay örgüsü filmin son onbeş dakikasında birden hızlanarak, daha önce bahsetmiş olduğumuz ilişkiler yumağı bir anda çözülüyor. Bu yapım daha ustalıklı bir finali kesinlikle hak etse de genel olarak; loş ışıklar, soğuk renkler, hareketli kamera ve sembollerin kullanımıyla Petzold, izleyiciyi dünyanın her bir köşesinde süreduran mültecilik üzerine düşündürürken, hiçbir yere ait olmayan insanların yaşamları ile etkilemeyi başarıyor.
Directed by Christian Petzold
Bir adam ölmüştü. Cehenneme kaydedilecekti. Büyük bir kapının önünde bekliyordu. Bir iki gün bekledi. Haftalarca bekledi. Aylarca. Sonra yıllarca. Sonunda yanından bir adam geçti. Bekleyen adam sordu: "Belki bana yardımcı olabilirsiniz. Cehenneme kayıt olmam gerekiyor. " Öbür adam ona bakıp şöyle dedi: "Ama bayım, cehennem burası."
Anna Segher'in işgal altındaki Fransa'da geçen 1944 tarihli çağdaş romanından uyarlayan Petzold, bu uyarlamayı zamansız bir şekilde modern Fransa'ya yeniden yerleştirmiş. Film, faşist ordunun "temizlik" operasyonları devam ederken kendilerini bir kez daha ölümcül tehlikede bulmamak için Fransa'ya kaçmayı başaran göçmenleri temel alıyor.
Bunu yaparken gergin bir romantik film kurgulamış olması filmin atmosferine de uyan ilişkiler yumağı ortaya çıkartıyor. Alman göçmenlerin oldukça küçük bir dünyası olduğunu görüyoruz. Meksika konsolosluğu ve müdavimlerin sürekli birbirlerine rastladığı veya pencerenin önünden geçerken görüldüğü yakındaki bir kafe etrafında merkezlenmiş. Barmen, zaman zaman Anna Seghers'in romanındaki kelimeleri kullanarak onların geliş gidişlerini anlatıcı olarak dillendiriyor. Petzold; sırlar ve yalanlar, korku ve paranoya ile dolu varoluşsal bir belirsizlikte yaşayan insan topluluğunun gözlerinde ki endişeyi bizlere geçirmeyi başarıyor. Bu iki yerde, birbirleriyle etkileşime girdikçe başkalarının hayatlarının parça parça ortaya çıkmasına sebep oluyor.
TRANSİT filmi, sadece güçlü bir hikaye anlatımıyla değil, aynı zamanda etkileyici sinematografisiyle de dikkat çekiyor. Filmdeki görsel dil, hem filmin atmosferini belirlemede hem de karakterlerin iç dünyalarını yansıtmada önemli bir rol oynuyor.
Filmin bazı bölümleri siyah beyaz olarak çekilmiş. Bu, geçmiş ile şimdi arasındaki farkı vurgulayarak, filmin ana temalarından biri olan kimlik ve ait olma duygusunu daha belirgin hale getiriyor.
Filmdeki renk paleti, çoğunlukla gri, mavi ve yeşil tonlarından oluşuyor. Boğucu renklerden Maria karakteri hikâyeye dahil olduğunda bir anda sıyrılıp pastel renklere dönüş görülüyor. Soğuk atmosfer karakterlerin yaşadığı umutsuzluğu ve yalnızlığı yansıtıyor. Tren İstasyonu Bekleme Salonu, Otel Odaları ve Dar Sokaklar, Hastane sahnelerinde bu soğukluğu bizlere hissettirmeyi başarıyor.
Filmdeki doğa ve mekanlar, karakterlerin iç dünyalarının bir yansıması gibi işleniyor. Özellikle deniz ve liman, karakterlerin kaçış isteğini ve aynı zamanda tuzağa düşmüşlük hissini sembolize ediyor.
Filmde karakterlerin yüzlerine sık sık yakın çekimler yapılıyor. Bu sayede, karakterlerin duygusal durumları ve iç çatışmaları daha net bir şekilde anlaşılıyor. Gözler, özellikle de karakterlerin bakışları, duygularının en belirgin ifadesi haline geliyor. Filmde hareketli kamera kullanımı, karakterlerin iç dünyasındaki karmaşayı ve belirsizliği yansıtıyor. Özellikle takip ve el kamerası çekimleri, izleyiciyi karakterlerin bakış açısına daha yakın hissettiriyor.
Senaryodaki olay örgüsü filmin son onbeş dakikasında birden hızlanarak, daha önce bahsetmiş olduğumuz ilişkiler yumağı bir anda çözülüyor. Bu yapım daha ustalıklı bir finali kesinlikle hak etse de genel olarak; loş ışıklar, soğuk renkler, hareketli kamera ve sembollerin kullanımıyla Petzold, izleyiciyi dünyanın her bir köşesinde süreduran mültecilik üzerine düşündürürken, hiçbir yere ait olmayan insanların yaşamları ile etkilemeyi başarıyor.
Senaryo : 8/10
Yönetmen : 8/10
Kurgu : 6/10
Oyuncu Performansları : 9 /10
8 / 10