Çok ama çok hoş…tül gibi ince ve dantel gibi zarif bir film izledim.
Film hikayesi olarak New York şehrinde yaşayan yerel çapta yazar olan kitapsever bir kadının özel bir kitap zevkine dayanan bazı kitapları bulabilmek adına Londra Kitapçısı Marks & Co’ya yazması ve bu yazının karşılığı ile birlikte 20 yıl süren mektup arkadaşlığını anlatmaktadır. Aynı zamanda film dönemin siyasetinden de haberdar ediyor.
1950 li yıllarının görselliği, kadınlarının ve adamlarının her daim şıklığı, zarifliği,nezaketi ve kibarlığı ahhhh beni benden alıyor. Nitekim film de bahsi geçen kitapçı dükkanının ve kitaplarının kokusu,dokusu ve tozu… İçimi çekmek, dokunabilmek, yakından görebilmek istedim…
Neden günümüz insanı günümüz kitabı günümüz hayatı öylesi zamanlara ait değil ki… Sanıyorum herşey kuşe kâğıdı gibi parladıkça, doygunluğunu ve dinginliğini yitirmek üzere lanetlenmişti…
Film içinizi ısıtacak,mektup denen iletişim aracını yeniden hatırlayacak, benzeri bir mektup arkadaşı bulma umuduyla imrendirecek, kitapçıda dolaşmanın hazzını hissettirecek vetozlu raflardan inen kitapların içeriğini merak ettirecek sizlere. Şiddetle tavsiye etmek tabiri filmin diyalogları yanında argo kalacağından izlemenizi kalben rica ederim diyerek bitirmek isterim.
Filmde aktarılan küçük bir alıntı şiir ;
Benim olsaydı göğün nakışlı örtüleri,
Altın ve gümüş ışıkla işlemeli,
Gecenin, aydınlığın ve alaca karanlığın,
Mavi, donuk ve koyu örtüleri,
Sererdim altına ayaklarının:
Ama yoksulum, sadece var düşlerim;
Ayaklarının altına düşlerimi serdim.
Yumuşak bas, çünkü bastığın şey düşlerim. (William Butler Yeats)